Plastikciyiz.Biz Plastikciyiz.Biz

Plastikciyiz.biz web sitesi, 2012 yılında kurulmuş bir online plastik ürünleri satış platformudur. Amacımız, müşterilerimize kaliteli plastik ürünleri uygun fiyatlarda sunmak ve müşteri memnuniyeti odaklı çalışarak uzun soluklu bir işbirliği sağlamaktır.

Plastikciyiz.Biz

Yeşilköy İstanbul Caddesi Çimen Apt. No: 81 D: 2, PK: 34149 Bakırköy/İSTANBUL

Telefon: 0(212) 573 39 99

[email protected]

Mikroplastikten arındırılmış bir hayat yaşamak

Plastiklerden kurtulmak için kesenin ağzını açmak değil; yırtmak gerekiyor

Mikroplastikten arındırılmış bir hayat yaşamak


Plasenta, sıfırdan oluşan ve hamilelikte 9 ay boyunca büyüyen bir doku. Bu nedenle araştırmacılar plasentada mikroplastik bulduklarında şoke olmuşlardı. Geçtiğimiz aylarda da İtalya’da atardamar tıkanıklığı olan bir hastadan cerrahi operasyonla alınan yağ tortuları içerisinde mikroplastikler bulunmuştu.

Plasentada mikroplastik bulan araştırma ekibinde yer alan ve New Mexico Üniversitesi’nde çevre sağlığı alanında akademik çalışmalar yürüten Matthew Campen, sonradan düşündüğünde aslında plasentada mikroplastiğe rastlamanın kendilerini şoke etmemesi gerektiğini fark ettiğini söylüyor.

Çünkü mikroplastikler soluduğumuz havada, içtiğimiz suda, gökten yağan yağmurda ve karda, yediğimiz yemeklerde, evimizdeki tozda, duvarda asılı duran tablonun boyasında, banyodaki kozmetiklerin içinde… Diş tellerini ve plaklarını bir kenara koyacak olursak mikroplastikler diş macunlarının da içinde, hatta diş fırçasının ta kendisi… Matthew Campen, plasenta deneyinden sonra da insan testislerinde de mikroplastik bulduklarını ve beyinde saptandığına dair çalışmanın da yayınlanmak üzere olduğunu aktarıyor.

Bilim insanları mikroplastik hakkında 20 yıldır çalışmalar yürütmekte. Mikroplastik teriminin kullanıldığı ilk çalışma 2004’te yayımlandı. Şimdi de organlarda birikebilen ve yok denecek kadar küçük ebatta olabilen nanoplastikler üzerine çalışmaya başladılar. Geçen süre zarfında insanlığın mikroplastik maruziyeti katlanarak arttı. 2040’ta çevrede bulunan plastiğin iki katına çıkması bekleniyor.

Çok sayıda araştırma, flatalat ve bisfenol (örneğin BPA) gibi plastiklerden yayılan kimyasal elementleri, hormonel bozulma, gelişimsel anomali ve kanser de olmak üzere çeşitli hastalıklarla ilişkilendiriyor. Ancak bilim insanları, organlarımıza yerleşen ve kanımızda dolaşan plastik parçaların sağlığımıza etkilerinin neler olabileceğine dair çok daha az şey biliyor.

Seattle Çocuk Araştırmaları Enstitüsü'nde plastiğin hamileliğe ve çocuk sağlığına etkilerini araştıran pediatrist Sheela Sathyanarayana, mikroplastik hakkında öğreneceklerimizin iyi olma ihtimalinin düşük olduğunu belirtmekte. Science dergisinde kısa süre önce yayımlanan bir makalede de araştırmacıların mikroplastiklerin sağlığa etkileri hakkında beş ila 10 yıl içinde daha fazla bilgi sahibi olacağı öngörülüyor. Ancak makalenin baş yazarı ve Plymouth Üniversitesi'nde deniz biyolojisi çalışmaları yürüten Richard Thompson “Bu, dünyanın daha fazla ‘mahkûm edici kanıt’ beklemesi anlamına gelmiyor” diyor ve ekliyor:

“Mikroplastiklerin insanlara verdiği zararı anlamak için deneylere milyonlarca dolar harcayabiliriz. Ama bu işimiz bittiğinde sorunu çözmemiz de gerekecek.”

Görüldüğü gibi, plastikle aramıza mesafe koymamız gerekiyor. Plastiğin olağanlaştığı dünyada mikroplastikten uzak durmak hem titiz araştırmalar yapmayı hem de para sahibi olmayı gerektiriyor. Çünkü artık günlük hayatta plastiği azaltmak bir lüks.

Aklıma ilk gelen örneği vereyim: Su.

İlk su geliyor aklıma çünkü bu konuda biraz yaralıyım. Su sipariş ettiğim markada cam damacana ile plastik damacana arasında 30 liradan fazla fark var. Sıradan 19 litre damacanayı 85 liraya sipariş ederken, cam damacana istediğimde bu fiyat 15 litre için 112 liraya çıkıyor. Ve bizim evin bütçesi bu kadar sağlıklı yaşamaya elverişli değil. Tek yapabildiğim, cam sürahilere su aktarma sirkülasyonunu arttırabilmek.

The Atlantic yazarlarından Zoe Schlanger de yakın zamanda kanepelerini yenilediğini ve plastik olmayan kanepe bulmanın ne kadar zahmetli olduğunu anlatıyor. “Polimer performanslı materyal” dışında döşemeli kanepeler arayan Schlanger, en nihayetinde deride karar kıldığını anlatıyor. Derinin ise, standart mikrofiber veya polyester seçeneklerden açık ara pahalı olduğunu aktarıyor. Koltukların minderlerinin ise, diğer pek çok minder gibi poliüretan köpüğü olduğunu sonradan fark etmiş. Bu da kendini koltuğa her attığında etrafa mikroplastik tozlarının savrulması demek.

“Plastiksiz, yün minderler de vardı ama onlar bütçemin dışındaydı. Neticede elimden gelenin en iyisini yaptım. Ama hala koltuğa her oturduğumda aklıma bu fikirler geliyor” diyor.

Mikroplastiği azaltmayı evinizdeki bütün eşyalara uygulayabilirsiniz, neticede tamamen saf olanı elde etmek imkansız, dolayısıyla bu yolda birazcık bile mesafe katetmek hiçbir şey yapmamaktan daha iyi. Ve evet, tekrar edelim: Hiçbiri ucuz değil.

Bebek bekleyen aileleri örnek alalım: Plastiğin fetüs ve çocuk gelişimi üzerindeki etkileri göze alındığında, bir ailenin tamamen plastikten arınmış bebek ürünleri satın almak için görece zengin olması gerekiyor. (Üzerinde organik yazan ürünlerin daha yüksek fiyat etiketleri ile geldiğini bilmeyen artık yok, değil mi?)

Bu fark çok basit bir araştırmayla bile görülebiliyor. Bebek yatakları için arama yaptığınızda “toksik değildir” ibaresi ya da yatağın belirli standartlara uygun üretilmiş olması, ürünün fiyatını 4-5 katına çıkarabiliyor.

Halılara gelecek olursak… Modern halıların yüzde 95’i sentetik fiberden üretiliyor, yani plastikten. Bu da kullanıldıkları süre boyunca etrafa mikroplastik yaydıkları anlamına geliyor. Diyelim ki temizlemesi daha kolay diye çocuğun odasını PVC kaplama ile değiştirdiniz, bu da odaya çocuk gelişimine zarar veren ve alerjik astım gibi rahatsızlıklara neden olan flalatı bebeğinizin odasına soktunuz demektir. Her ne kadar son yıllarda bu zararlı kimyasal bileşenler azaltılmaya çalışılsa bile en az zararı verecek seçenekler doğal fiber halılar veya ahşap döşemeler olacak ki onların da daha pahalı olduğu malum.

Sheela Sathyanarayana, pediatristlik yaptığı ailelere önemli uyarılar sunduğunu dile getiriyor:

Mutfağınızda plastik ve aşırı işlenmiş gıda sokmayın

Mümkünse plastiği mutfağınızdan uzak tutun. Çünkü yemek yeme, mikroplastiklerin vücudumuza girdiği en temel yol. Sathyanarayana plastik kutularda gıda saklamayı ve bu kutularda saklanmış yemekleri yememeyi öneriyor (elveda annemden gelen dondurma ve yoğurt kapları). Bebekler içinse paslanmaz çelikten ürünler kullanılabilir (hesaplı cam veya paslanmaz çelik kaplar bulursanız bize de link atın lütfen).

Özellikle plastik kaplardaki yemekleri mikrodalgada ısıtmayın. Üzerinde “mikrodalgaya girebilir” yazması, girmesinin sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor. Yemek pişirirken silikon ya da plastikten ziyade tahta kaşık kullanmaya özen gösterin.

Diğer yandan, aşırı işlenmiş gıdalar, zararlı koruyucu maddelerin yanı sıra mikroplastik de içerebilir. Sathyanarayana, aşırı işlenmiş gıdaların, modern, plastik ağırlıklı fabrikalardaki üretim süreçlerinde daha çok mikroplastiğe maruz kalabileceğine dikkat çekiyor. Evet, bu güzel bir tavsiye ama yanında zamanı ve parayı da gerektiriyor. İşlenmiş gıdadan uzak durmak yemek pişirmeye daha çok zaman ayırmak demek. Ayrıca mesela marketten donmuş köfte almak doğrudan kıyma alamayan aileler için daha hesaplı olabiliyor. Evde yemek yapmak, yani mikroplastikten uzak durmak yine bir lükse dönüşebiliyor.

Sathyanarayana, tavsiyelerinin zor olduğunun ve tüm yükü tüketicinin omuzlarına koyduğunun farkında olduğunu vurguluyor. Bunun nedeni ise, pek çok ülkede düzenleyici sistemlerin bu tür kimyasalları hesaba katmaması. Bu türden bir yükün gerçekten ağır olduğunu kaydeden Sathyanarayana “Hamileyken bu kadar farklı şeyin hepsini birden düşünmek taşıması ağır bir yük” demekte.

Matthew Campen ise, panik yapmamak gerektiğine çünkü stresin de sağlığımıza zarar vereceğine işaret ediyor. Dört yanımızın plastiklerle çevrili olduğu bir dünyada yaşadığımızı ve bireyler olarak neyin kontrol edilemez olabileceğine dair çok az şey bildiğimizi kaydeden Campen, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bildiklerimden yola çıkıp panik yaparsam, çok kolay şekilde aklımı kaybedebilirim. Kendi kişisel sağlık problemimden ziyade küresel plastik sorunu konusunda daha çok endişeliyim. Katlanarak büyüyen bu sorunu değiştirecek pozisyonda değiliz. İşte bu beni gerçekten strese sokuyor.”

Campen de, Sathyanarayana da, Thompson da bu noktadan sonra sadece büyük hükümet müdahalelerinin gidişatı değiştirebileceği konusunda hemfikir. Her ne kadar teoride bebeğinizin kanındaki bazı bileşiklerin varlığını düşürseler de uçuk fiyatlardaki bebek yatakları bu durumu değiştirmeyecek. Sathyanarayana, önünde sonunda piyasaya ucuz plastiksiz ürünlerin geleceğine inanıyor ama bu gerçekten çok yavaş bir süreç. Çünkü plastik polimerin aşırı düşük fiyatı karşısına çıkabilecek çok az sayıda materyal var.

Ve eğer bilim insanları bu 10 yıl içinde bu küçük parçacıkların aslında hep bir tehdit oluşturduğunu keşfederse, birçok insan neden daha önce bu konuda bir şey yapılmadığını soracak. O zamana kadar doğacak bütün nesiller de plastikle kaplı bir rahimden polimer bir dünyaya gelecek…

Kaynak: mashable