Pet şişeden içilen su mu plastik mi?
Yaşamın kaynağı olan su, hastalıklara kapı mı aralıyor? Bu soruyu akıllara getiren ABD'de yapılan yeni bir araştırma. 1 litrelik pet şişedeki suda yaklaşık 240 bin nanoplastik tespit edildi.
Nanoplastikler, plastiklerin parçalanmasıyla oluşuyor. Bu küçücük parçaların ağız yoluyla vücuda alınmasının hastalıklara davetiye çıkardığı belirtiliyor.
Plastik ürünler günümüz dünyasının vazgeçilmez gereçlerinden biri. Özellikle tek kullanımlık ürünler kolaylık sağladığı gerekçesiyle sıklıkla tercih ediliyor.
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre dünya genelinde her yıl 500 milyar plastik poşet kullanılıyor, dakikada 1 milyon plastik şişe satılıyor.
İnsan kaynaklı atıkların yüzde 10'unu plastikler meydana getirirken, bunların yüzde 50'sini tek kullanımlık ambalajlar oluşturuyor.
Ancak bu plastik ürünler hayatımızı kolaylaştırırken aynı zamanda da doğanın dengesini bozuyor, canlıların yaşamını tehlikeye sokuyor. İnsan yaşamı için nasıl bir risk barındırdığını gösteren son örnek ise ABD’de yapılan bir araştırma oldu.
Columbia Üniversitesi’ndeki çalışmada bilim insanları, yeni bir yöntemle metrenin milyarda biri ölçeğinde ölçülebilen partikülleri tanımlamayı başardı. Bu sayede bir litrelik pet şişedeki suda yaklaşık 240 bin nanoplastik bulunduğu tespit edildi.
Peki bu bizler için ne anlama geliyor? İçme suyu ile vücuda alınan bu plastiklerin etkileri neler? Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Ali Berber ile bu sorulara yanıt aradık.
İnsanlarda birçok doku ve organlara hatta hücrelere kadar nüfuz edebilen bir maddeden bahsediyoruz.
Dolayısıyla ortalama bir insanın günde 2 litre su içtiğini düşünürsek 450 bin nanoplastiği sindirime aldığını ve oradan da dolaşıma sokarak tüm vücudu gezdiğini söyleyebiliriz.
Mikro ve nanoplastik ne demek?
Araştırmayı değerlendirmeden önce mikroplastik ve nanoplastiğin ne olduğunu anlamakta fayda var. “Mikroplastikler, boyutları 5 milimetreden küçük olan plastik parçalarıdır. Bunların giderek parçalanması ve boyutlarının daha da küçülmesiyle (100 nanometre) nanoplastikler meydana geliyor” diyor Doç. Dr. Ahmet Ali Berber. Mikro ve nanoplastiklerin kaynağını ise şöyle anlatıyor:
“Mikro ve nanoplastikler çevremizde sıkça gördüğümüz atık plastiklerin fiziksel olarak parçalanmasıyla oluşurlar. Ayrıca marin boyalar, kozmetik ürünleri, yol boyaları, inşaat ürünleri, tekstil ürünleri, araç lastiklerinden kopan parçalar ve pellet şeklinde sanayi sektöründen kaynaklı olarak çevreye karışabilirler.”
“Nano ve mikroplastikler genetik hasara neden oluyor”
Doç. Dr. Berber, özellikle sucul ekosisteme karışan nano ve mikroplastiklere dikkat çekiyor. Birçok sucul canlı tarafından bunların besin olarak algılandığını ve vücut içerisine alındığını ifade ediyor. Bunun da solunum, beslenme, büyüme, üreme gibi fizyolojik fonksiyonlar üzerinde önemli etkiler yapabileceğini vurguluyor. Son yıllarda yapılan çalışmalarda insan kanında, birçok organda hatta testis ve plasentada bile plastik parçacıklarının tespit edildiğini söyleyen Berber, insan vücudu üzerindeki etkilerini şöyle anlatıyor:
“İnsanda bu plastik parçacıkların fizyolojik fonksiyonlar üzerine de önemli etkiler yaptığını söyleyebilirim. Örneğin, mikro ve nanoplastiklerle yaptığımız deneylerde birçok sucul canlıda (karides, su piresi, balık) ve insanda, nano ile mikroplastiklerin genetik anlamda hasara neden olduklarını ve DNA da kırıklar meydana getirdiklerini tespit ettik.
İnsanların nanoplastik partiküllerini bünyelerine almalarının en önemli yolu onların yutulmasıdır. Mikro ve nanoplastiklerin yutulmasından, emiliminden kaynaklanan; nanoplastiklerin neden olduğu toksisite, bunlara adsorbe olan kimyasalların toksisitesi ve yine adsorbe olan patojenlerin ve parazit vektörlerin neden olduğu çeşitli olumsuz sağlık sorunları mevcuttur.
Nanoplastik partikülleri insan vücuduna girdikten sonra, hücre içi moleküller ile etkileşime girebilir veya kalıcı organik kirleticiler (KOK'lar) gibi nanoplastiklere adsorbe olan maddeleri doğrudan sitoplazmaya taşıyabilirler. Bu da KOK'ların insan hücrelerinde depo edilebileceğini ve toksikolojik etkiye sahip olabilecekleri anlamına gelmektedir.”